18 Kasım 2009 Çarşamba

YOUNGGUNS...


Herkese selam...

Öncelikle şunu belirteliyim ki, bu blogu acelece açmamın tek sebebi var... O da katılmıs olduğum Youngguns eleme sürecinin bende bıraktığı tüm izleri paylaşabilmek.

Ben Youngguns son aşamasına kalanlardanım, yani son 13e kalmayı başarabilenlerden veya yeteri kadar şansa sahip olanlardan... Kim her nasıl yorumluyorsa artık...

Sanırım tüm süreci anlatmak için en baştan başlamak ve hiç bir şey atlamadan ilerlemeye çalışmak sizin merakınızı artırabilecek bir yazı yazmam için tek gerekli şey... haberiniz olsun uzun bir yazı çıkacağını hissediyorum; çişim geldi ama bırakamıyorum okumayı yok ağzım kurudu, yok burnum kaşındı, arkadaş bekliyordu anlamam... müsaitken okuyun... ya da okumayın...

YOUNGGUNS MI?

Bir telefon gelir en eski dostlarımdan birisinden, kardeşinin doğum günü partisi hakkındadır telefonda işitilen cümleler... hemen varım denir ve partiye gidilir... kısmen tanıdığım insanlarla muhabbet pek güzel akıp gidiyordu ki hem muhabbetin akışını hem de hayatımın akışını değiştirecek olan sözcükler çocukluktan beri dostum olan şahsına münhasır arkadaşımın dudaklarından dökülüverdi.

" Aytaç, Youngguns diye bir yaratıcılık yarışması var ben tam senlik olduğunu düşünüyorum."

Ben sormadan bana anlattıklarını dinledikten sonra aklıma takılanları sordum... kimi sorum cevaplandı kimisi cevapsız kaldı. bizi ayrıntılı bilgiye ancak "ak sakallı google dedemizin" ulaştırabileceğine kanaat getirdik. dostuma son sorum bunu O'nun nasıl duyduğuydu. cevap kısa ve net : "friendfeed"

(işte değişim başlıyooor)

eve gelidiğimde ilk işim merakla friendfeed neymiş diye kurcalamak oldu. tabi arkadaşım ana konseptinden üstünkörü bahsetmişti (aslında şimdi düşününce beni en çok meraklandıran da facebooktan farklılığını anlatmış olması oldu). bi twitter'dır gidiyor diye frienfeedle birlikte onu da kurcaladım. ancak "twitlemek" pek bana uymadı. çünkü twitter'ın tek olayı benim facebookla yaşadığım en temel problem: sanal dünyalar yaratıyor olması. ama friendfeed gitti hoşuma. "eee iyiymiş bu friendfeed" nidalarımla kurcaladım da kurcaladım.

bu nokta da "sanal dünyalar yaratıyor" cümlesini biraz açmam gerektiğini hissediyorum. şöyleki, facebookta insanlar olmadıkları gibi kendilerini etiketlemeye çalışıyorlar. çoğu insan kendisinin özünü bilen yakın çevresine bile o etiketleri yutturmaya çalışıyor. (napıyorsun ya...!) yani insanların kendilerini göstermek istedikleri gibi göstermeye çalıştıkları bu platform bana çokca itici geldi durdu hep... şimdi diyecekseniz, kabul bu dediklerin var ancak herkes aynı amaçla mı kullanıyor ya da herkesin tek uğraşı sahte etiket basımhanesi kurmak mı? tabiki değil ancak ben o kaçak basımhanelerin yanında bir kağıt fabrikası kurmak istemedim. işte değişim de tam bu nokta da başlıyor. youngguns haberdar etmek istediği insaları sadece internet kullanıcıları olarak tanımlamıştı demek çok yanlış olmaz. youngguns taliplerinin internet (hatta sosyal paylaşım siteleri) kullanmıyor olacağına hiç inanmamıştı demek belki de daha doğru bir cümle olacak. çünkü younggunsdan benim gibi kulaktan kulağa haberdar olanların da ilk kaynağına gidilecek olursa yine sosyal paylaşım sitelerine varılıyor. kısacası friendfeedin kullanım amacı ve kullanıcı profilleri beni sıkı bir kullanıcı haline getirdi diyebilirim.

her neyse...


N'OLDU OĞLUM SÖYLESENE...


youngguns'ı araştırırdıktan sonra sardı mı beni bir heyecan. araştırırken okuduğum her ayrıntı seçileceğime olan inancımı ve seçilebilemek adına benim kendime olan güvenimi fişekledi de fişekledi... her bir cümleye takılıp damarlarımı zora sokuyordum pompaladığım fazla kandan dolayı. http://www.younggunsagency.com/Proje.html 'da okuduğum ve gecelerce irdelediğim "hatta kendi tasarladıkları özel kartvizitleri bile olan" cümlesine ne anlamlarlar yüklediğime inanamazsınız. tüm heyecan, heves, inanç vs. tamam da sınav haftasındasın be aslanım diye arada kandimi dürtmem gerekti... sanırım biraz fazla dürtmüş olmalıyım ki 9 kasım gecesi bitecek olan ilk başvuru sürecinin son 15 dakikasında aklımdakileri kağıda döküp iddianamemi oluşturmaya başladım (hoş, elde olmayan bir iki sürpriz olay beni epeyce oyaladı). o da ne... arkadaş saat gece 12ye geliyor, eeee daha iddianamem bitmedi, hayır olamaz çok yaratıcı fikrim de var ama... bir şekilde son dakika atışımı yaptım. artık topu potaya yollamıştım. aklımca darmadağın etmiştim geceleri yatakta bana yapılan o sert savunmayı. uyuyacaktım güya paşalar gibi, atışımı yaptığım gece aklıma bir şey takılmadan. Ama olmadı tabiki, bu sefer başladı mı ben de benzeri her durumda karşıma çıkan kronikleşmiş kontrol dışılıktan huzursuzlanma duygusu... oysa biliyorum yaratıcı bir fikrim olduğunu falan ama olmaz uyunmaz yine de... top bende değil çünkü hava da artık top. en iyi atışı yapmış olsam da çıktı bir kere elimden, bu yüzden olamazdı başka bir şey düşünmeyi başarabilmek... işte bu sıralar da beni tanıyan birisinin soracağı tek soru var: "n'oldu oğlum söylesene?"


MASLAK METROSU AÇILDI Dİ Mİ?



kafada sürekli ya seçilirsem(?) sorusu olacak olsa bile, olağan uğraşlarım beni oyalayarak 2 günü çabucak geçiririm diye düşünmüştüm. o da tutmadı, olağan uğraşlarım kesmez oldu beni. illaki 11 kasım günü gelecek, sonuçlar açıklanacak, ondan sonra hayatım normale dönecek... bekle sen dönecek.... aslında 11 kasım hiç sürpriz yapmadan başvurumdan 2 gün sonra geldi :) . friendfeedden sıkı bir takiple, açıklanır açıklanmaz ilk eleme sonuçlarını ilk görebilenlerden birisi olmuştum. baktım... benim adım yoktu... olamazdı... tek tek baktım isimlere vardım listede. bir sigara yakmak için daha aradığım bahaneyi bulmuştum (hoş, ismim listede olmasa da bahanem hazırdı). mutluluğumu tüm hayatıma dair hayâldaşım olan kızarkadaşımla telefonda paylaştıktan sonra ilk mantık zerresi bulunabilinecek düşüncem şuydu: "maslak metrosu açıldı di mi?"


SİZ GİDİN BEN ONLARI OYALARIM..!


sahiden çook garip... net 3-5, brütte 15-20 insanın hepsine kafan çok uyacak ve sana bu uygunluğu göstermek için 30 saat verecekler.


diyecekler anladık sen ortalamanın üzerinde, tatmin edebilecek seviyede farklı düşünen birisin. tamam da sen buraya gel şimdi sana arkadaşlar da bulduk hem de 24 tane,yeri geldiğinde bizle de arkadaşlık kurabilirsin[cıvıma hemen(!)], onlarla kafanın uyacağını düşünüyoruz... siz az şurda streetfighter, playstation, langırt neyin oynayın 5erli gruplar halinde, biz çaktırmadan sizi gözlicez...


başladık biz dedikleri gibi yapmaya... ama kurallar belli değil. herkesler farkında kuralsızlığın, hain bir tuzak olmalı bu yerin 4 kat altında... bu kuralsızlıkta kimimiz kural koyan olmak, kimimiz sadece olmayan kurallara uymak, kimimiz ne olup bittiğini çözen dedektif triplerindeyiz. kimimizse (son 6ya kalacağına inadığım insanlardan bahsediyorum) yeri geldiğinde topa girmeye çalışan, iyi orta kesme adına boş arkadaşını arayan ve en doğru anlarda gelişine şutlarıyla sürekli kaleyi yoklayan, ilk A takım formasını ilk resmi maçında giyen tiplerdik. 30 saatte neler yaşandığına dair her şeyi 25 kişiden daha çok, brütte 15-20 kişi eden ve tüm sürecin gözlemcisi olan kafadarlar biliyor. bu yuzden tüm 30 saatte biz şöyle takla attık, 2 defa güldük, en yakışıklı bendim, en "bu", en "şu", en "o" şeklinde anlatmayacağım.


beni ikinci elemede 25 rakamının kastığını itiraf etmeliyim. 25 tane beyin ve hepsinin orda olma sebebi düşünce yapılarının ortalaması istatistiki açıdan normal dağılım ( resmen "n" 30'dan küçük) sergiliyor olmasi ve bunun ustune bir de variance fazlasıyla küçük. zaten böyle olmasaydı grup arkadaşlarıma döner ve yiğitçe derdim ki: "siz gidin ben onları oyalarım..."


YÜZÜMDE BİR ŞEY Mİ VAR?


zaten 30 saat kafa patlatmışsın bırak uyumamayı... ne yapıyorsun hala gece olmuş saat 1 ?! işte olmadı, olmuyor, olamayacakta... ben yaptım yapacağımı diyerek fosur fosur uyuyamıyorum... orada geçen tüm 30 saati defalarca kez gözden geçirmek, hiç bir karede eksik kalmamacasına hatırlamaya çalışmak ve tüm ayrıntılardan dahi sonuç çıkarmaya çalışmak... işte tüm bu saydıklarımı 30 saat için düşünseniz de aynı yaptığınız sunumun süresi olan 20 dakika için düşünseniz de... biraz beyni soğutmak için uzun süredir görüşemediğim üniversite yıllarımda edindiğim tek dostum olan arkadaşımla buluştuk. klasik hal-hatır sorma diyaloglarından sonra başladık eski muhabbetlerimize. iş kuruyoruz, şu kitapları okuyoruz, bu arabayı alıyoruz vs... her bulusmamızda olduğu gibi saatlerce muhabbet ettik. ancak bir sorun vardı... arkadaşım beni fazla dikkatli dinliyordu... oysa ben o'na daha önce defalarca kez konuştuğumuz konularla ilgili birşeyler anlatıyordum. fikirlerim de değişmemişti üstelik aynı fikirleri paylaşıyordum muhtemelen. çok etkilemişti arkadaşım beni, çok özenle dinliyordu beni. eğer eve gittiğimde düşünürken bu özenli dinleyişin sebebinin bir önceki haftasonunda yaşadığım 30 saatte saklı olduğunu farketmeseydim; beni eskisinden daha özenli dinlediğini düşündüğüm herkese şu soruyu sorardım: "yüzümde bir şey mi var?"


ŞŞŞT, SEN SEN, GELSENE BİZİM YANIMIZA...


son 13ün açıklanacağı güne kadar geçmesi gereken süre, bu sürecin diğer bekleme sürelerinden daha kısaydı. açıklandı ve o da neeeee... evet süper... seçilenlerin 13te 1 i benim. nasıl bir zıplama-hoplama duygusudur bu Allah'ım, nasıl bir kas gevşemesi ve ona müteakiben ani kasılmalar, nasıl bir uzanacak yer arama isteğiyle koşma dürtüsü... bu ters uçlardaki duyguları ardı ardına yaşayıp çok hafif durulduğumda kendimi çok sevdiğimi hissettim. hafiften insanda kıç kalkması oluyor, ki bence olması çok normaldir. onlar konuşurken ağız açık dinlediğiniz kafadarlar, sana diyorlar ki "şşşt, sen sen, gelsene bizim yanımıza..." (şimdi bile yazarken sevinç doldu içime).


"BİTENE KADAR BİTMEZ HAYAT, BİTTİ Mİ DE BİTER AMA..."


uyuyan beni uyandıran, project house'ın normal sesli sekreteri, gel buraya dedi. tamam dedim kapattık... oldum ben yine alev topu. "ulan dur artık" diyorum kendime, "insanlar senin bir çok yönünü beğenmiş ki son adıma kadar ilerleyebildin", henüz bu cümle bitmeden pompalıyorum kanı iyice damarlara " ya seçilemezsen". kafada belki 1000lerce soru alternatifi düşünerek görüşme günü ve saatini bekliyorum. hepsine dair cevap verebilecek gerekli bilgim olmalı diyorum kendi kendime... kurgu kurgu kurgu kurgu........ baktım heyecanım yatışacak gibi değil dedim tek çarem var o da biraz erken gidip oranın havasını soluyup alışmak. işe yaradı da...


tataaaammm... sıram geldi. kafamda hiçbir şey yok ve heyecan katsayım durmaksızın artıyor. oysa şimdi düşününce hiç gerek yoktu heyecandan ilk başlarda görüşmeye tutuk başlamaya. başımdan geçen ve geçmesi muhtemel olaylarla ilgili sorulması bana göre de gerekli olan tüm ayrıntıları sordular. zaten geri kalanını onlar sormadan anlattım sanırım... tüm anlatabildiklerim, anlatacak olduklarım, tavırlarım, gördüklerim, görmeye çalıştıklarım, kimle neden ve nasıl kavga ettiğim, kimlere kendimi sevdirebildiğim veya kimlere sevdirmediğim, neyle mutlu olduğum, neye ulaşmak istediğim, nasıl bir iş yapmak istediğim yahut belki de bu yazım onların aradığı şeye ne kadar yaklaşırsa benim yaratıcılığıma, tutkuma ve sorumluluk duyguma o kadar inanacaklardır. ancak içimden söküp atamadığım tüm sözlere anlam yükleme psikolojisini biraz bastırabiliyor olsaydım son 6da olup olmadığımı görüşme bitiminde ben onlara söyleyebilirdim. Bunu bana sürecin hiçbir evresinde yaptırtamadıkları için tüm kafadarları tebrik ediyorum... anlık değişen tahminlerimle görüşmenin bitimi, yer yüzüne çıkış ve kulağımda teoman : "bitene kadar bitmez hayat, bitti mi de biter ama..."


TEŞEKKÜRLER... (kesin anladınız bu paragrafın neden bahsedeceğini ve son kelimesinin ne olacağını) :))


bu proje de işin ucundan tutmuş herkese, kendi grubuma ve diğer 20 kişiye, danışma kuruluna ve özellikle bu fikrin sahiplerine defalarca kez teşekkürler... ukalalık yaptıgımı düşünmeyin ama artık tombala yapıp son 6yı seçseniz bile mükemmel bir şeyin peşindesiniz. tüm danışma kurulu ve tanıştığım tüm arkadaşlarımla alakalı kuracağım her cümle "iyi ki...." ile başlayacak sanırım... beni aşık* edenlere teşekkürler.

HAMİŞ : hani insan diyemez ya şöyle birine aşık olacağım diye, karşısına çıkınca aşkı onda bulur... işte öyle...




















0 yorum: